Çiçeği kökü ile yemek

Hani biz çok övünürüz ya! Övünçlüğümüz hakkında bi şeyler söyleyeceğim.

Ecdadımızın saray ve şürekası tarihe iz kazımış eserler bırakmışlar. Padişahlarımız, sultanlarımızın hanımları, sadrazamlar, paşalar… kendi adlarına köprüler, hanlar, hamamlar, çeşmeler yaptırmışlar.

En çok eski adıyla camii kebir denilen büyük ve haşmetli camiler en çok bildiklerimiz.. Evet bu eserler gerçekten muhteşem eserler.

Bu eserlerle övünç duyar ve ecdadımızı saygı ve rahmetle anarız.

Muhteşem mimari özelliklere sahip eserler inşa edilirken, bir başka övünç kaynağımız daha var. Kuşların barınması için yapılan yuvalar.

Ecdadımız eşi benzeri olmayan eserler ortaya koyarken ayrıca kuşlar için yuvalar yaptırmışlar. Kurda kuşa sahip çıkmışlar.

Evet ve fakat… sokakta çocuklarımız ellerinde sapanlarla dallardaki kuşlara taş atmış, yaralamış veya öldürerek avlamış. Besledikleri kedilerin ve köpeklerin kulaklarını kuyruklarını kesmişler…

O çocukları, çocukların anne ve babalarını yöneten idare eden yöneticilerimiz kuşlara yuvalar, hayvanlara su içmeleri için yalaklar barınaklar yapmış. Bizim insanlarımız kulak ve kuyruk kesmiş, sapanla kuşlar avlamışlar.

Şimdi bu nereden çıktı böyle ne alaka ne demek istiyorsun geveleme de söyle diyeceksiniz.. tamam tamam uzatmayacağım.

Gavuristanda 45 yaşlarında bir adam parka gidiyor. Bir banka oturuyor. Turistik amaçla gelmiş buralara çat pat yabancı dil biliyor. Oturduğu bankın yanında çiçekler var. Bakımlı ve çok güzel rengarenk açmışlar.

Kurumuş birkaç yaprak dikkatini çekiyor ve uzanıp o kuru yaprakları koparmaya başlıyor. O sırada beş yaşlarında küçük bir kız çocuğu koşarak yanına geliyor.

Nefes nefese ve heyecanla

“you shouldn’t”, “you shouldn’t pluck those flowers”

“yapmamalısın, o çiçekleri koparmamalısın”

diyerek adamı ikaz ediyor beş yaşındaki küçücük çocuk kırk beş yaşındaki adamı ikaz ediyor.

Yapmamalısın, çiçekleri koparmamalısın diyor.

Demek bu işler yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya olunca çok daha güzel oluyor.

Küçük kız bana hışımla bağırırken annesi yanımıza geldi. Bense  kırık dökük yabancı dilim ile küçük kıza ne yapmaya çalıştığımı anlatmaya çabalarken annesi yanımıza geldi. Ne anlatmak   istediğimi anladı.

Kızına kurumuş yaprakları temizlediğimi,  amacımın çiçeklere zarar vermek olmadığını yaptığım işin görevim olmamasına rağmen aslında güzel bir davranış olduğunu söyledi.

Küçük kız beni yanlış anladığını, annesinin kendisine gerçeği anlattığını ve bana karşı olan davranışının doğru olmadığını çok üzgün olduğunu söyledi. Defalarca özür diledi.

Yanlış anlaşabileceğim endişesi ile içimden geçen bu kızı kucağıma alıp yanaklarından öpme arzumu engelledim.

Bu küçük kıza çiçek kopartamazsınız, kedilerin köpeklerin kulaklarını kuyruklarını kestirtemeziniz. Ağaçları, ormanı yaktıramazsınız kuşlara taş artıramazsınız. Yerlere çöp artıramazsınız…

Bu anekdot bana bir alimin sözünü hatırlattı.

Kapısına yazı yazıyor. Her soruya cevap verilir, hiç bir soru sorulmaz diye. Kapısına gelen bilgili kişiler soruyor. Osmanlıyı ve Avrupa’yı gelecekte nasıl görüyorsun diye.

Verdiği cevap, Avrupa Osmanlıya gebe Osmanlıda Avrupa’ya gebe..

Şimdi görüyoruz ki, Avrupa Osmanlının medeniyetini ahlaki güzelliğini doğurmuş Osmanlı da Avrupalının terk ettiği deniyyeti…

Bizde olsa kızın annesi çiçeği kökü ile birlikte yedirirdi.

Bizde olsa kızın annesi çiçeği kökü ile birlikte yedirirdi.